(ANKARA) – Türkiye uzun yıllar sonra yeniden “deli dana” endişesiyle karşı karşıya. Kısa süre önce Ankara’da yoğun bakımda tedavi gören bir kişide tespit edilen Creutzfeldt-Jakob hastalığı (CJD) vakasının ardından bu kez Bolu’da bir kadında aynı tanı konuldu.
Bu iki vaka, 1990’larda Avrupa’yı sarsan deli dana krizini hatırlattı. “Acaba kabus geri mi dönüyor?” sorusu hem halkta hem de sağlık çevrelerinde gündemin ilk sırasına yerleşti. Uzmanlara göre şu anda bir salgın tehlikesinden söz etmek erken, ancak hastalık “yakından izlenmesi gereken bir uyarı sinyali.”
Deli dana hastalığı nedir?
Tıp literatüründe Creutzfeldt-Jakob Hastalığı (CJD) olarak bilinen deli dana hastalığı, beyin dokusunu hedef alan ölümcül bir nörolojik rahatsızlık. ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (CDC) verilerine göre dünya genelinde her yıl 1 ila 2 vaka görülüyor.
Hastalığın nedeni “prion” adı verilen anormal proteinler. Bu bozulmuş proteinler beyinde birikerek süngerimsi bir doku oluşturuyor ve beyin hücrelerini hızla yok ediyor. Etkilediği kişide kısa sürede hafıza kaybı, kişilik değişimi, denge kaybı ve konuşma bozuklukları görülüyor.
Prion nedir, neden tehlikeli
Prionlar virüs ya da bakteri değil. Canlı bile sayılmıyorlar. Ancak temas ettikleri sağlıklı proteinleri de kendileri gibi bozulmuş hale getiriyorlar. Bir kez beyine yerleştiğinde bu zincirleme bozulma durdurulamıyor.
Bilim insanları, prionların yüksek sıcaklıkta bile yok edilmesinin çok zor olduğunu belirtiyor. Bu nedenle tıbbi aletlerin özel sterilizasyon süreçlerinden geçirilmesi gerekiyor.
Hastalık hayvandan mı bulaşıyor
CJD’nin farklı türleri bulunuyor. Bazı vakaların nedeni bilinmezken, vCJD adı verilen varyant tür, enfekte sığır etlerinin tüketimiyle bulaşıyor. Bu durum 1980’lerde İngiltere’de büyük bir salgına yol açmıştı.
Riskli dokuların başında beyin, omurilik, göz ve lenf dokuları geliyor. Etin kendisinde değil ama sinir dokusuyla temas etmiş ürünlerde prion bulunabiliyor. Uzmanlara göre modern gıda denetimleri sayesinde bu risk bugün oldukça düşük.
Türkiye’de ilk kez değil
Türkiye’de deli dana vakaları daha önce de tespit edilmişti ancak sayıları çok azdı. Nöroloji literatürüne göre 1990’larda yalnızca birkaç vaka bildirildi. Uzmanlar o dönemde hastalığın çoğu zaman teşhis edilemeden ölümle sonuçlandığını, bu yüzden istatistiklere yansımadığını belirtiyor.
Ankara ve Bolu’daki son vakalar, Türkiye’de uzun süredir görülmeyen bu hastalığın yeniden gündeme gelmesine yol açtı.
Belirtiler sinsice başlıyor
Hastalığın ilk belirtileri çoğu zaman fark edilmiyor:
– Hafıza kaybı ve düşünme güçlüğü
– Görme bozuklukları, denge kaybı
– Uyku problemleri ve kişilik değişiklikleri
İlerleyen evredeyse tablo ağırlaşıyor:
– Hızla ilerleyen demans
– Kas seğirmeleri ve sertliği
– Konuşma ve yutma zorlukları
– Hareket bozuklukları ve koma
Teşhis nasıl konuluyor
Kesin tanı ancak beyin dokusunun mikroskobik incelenmesiyle konabiliyor. Ancak bu biyopsi riskli olduğu için genellikle dolaylı yöntemlere başvuruluyor. EEG, MRI taramaları ve RT-QuIC testi gibi yöntemlerle tanı destekleniyor.
Tedavisi yok, yalnızca destek uygulanıyor
Ne yazık ki Creutzfeldt-Jakob hastalığının bilinen bir tedavisi yok. Uygulanan yöntemler yalnızca hastanın konforunu artırmayı hedefliyor. Hastaların çoğu tanı konulduktan sonraki birkaç ay içinde yaşamını yitiriyor.
Bilim insanları hâlâ prionların nasıl bu kadar dirençli olduğuna dair araştırmalar yürütüyor. Bu çalışmaların amacı, gelecekte hastalığı durdurabilecek biyolojik mekanizmaları ortaya çıkarmak.
Korunma mümkün mü
Uzmanlar paniğe gerek olmadığını ancak gıda güvenliğinin hayati önemde olduğunu vurguluyor.
– Et üretiminde beyin ve omurilik dokularının kullanımı yasak.
– Et ve süt ürünlerinde veteriner kontrolü zorunlu.
– Tıbbi cihazların sterilizasyonu prionlara dayanıklı yöntemlerle yapılmalı.
Hastalık havadan, sudan ya da gündelik temasla bulaşmıyor. Bu nedenle sosyal panik oluşturacak bir risk bulunmuyor.
Uzmanlardan uyarı
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Mehmet K. yaptığı açıklamada, “Bu hastalık çok nadir görülür ama her vaka dikkatle incelenmelidir. Türkiye’de salgın söz konusu değil, ancak bu tür vakalar bize gıda zincirinin ne kadar hassas olduğunu hatırlatıyor” dedi.
Halkın aklındaki soru
Türkiye’de bir salgın ihtimali düşük olsa da toplumun hassasiyetini artıran bu vakalar, hem denetimlerin hem de laboratuvar araştırmalarının önemini bir kez daha gündeme getirdi.
Gerçekten yeni bir tehlike mi yaklaşıyor, yoksa izole vakalar mı yaşanıyor? Bilim insanları net: Şimdilik panik yok, ama dikkat şart.
Kaynak: Haber Merkezi










