Bir gün hoca ve öğrenciler üniversitenin konferans salonunda konuşuyorlardı.
Uzun zamandır hocanın dikkatinden kaçmayan bir öğrenci vardır.
Konuşma sırasında hoca öğrenciye dönerek şöyle dedi:
-Seni her gözlemlediğimde çalışırken, koşarken görüyorum. Neden bu kadar telaş yapıyorsun? Bilmiyor musun acile işe şeytan karışır. Diğer arkadaşlarına dön bir bak. O kadar sakin ve rahat çalışıyorlar ki, hiç telaşlanmadan işlerini zamanında bitiriyorlar. Ama sen her zaman çok tedirginsin. Seni bu kadar telaşlandıran nedir?
Öğrenci hocaya cevap verdi:
- Hocam beni endişelendiren dönemdir. Biliyor musunuz, vakit sahilde rüzgârın gökyüzüne savurduğu kum tanecikleri kadar hafif, görünemez ve bir anda gözden kaybolan parçacıkları gibidir.
Geçmişi dün gibi hatırlıyorum. Gözlerimi açıp kapayana kadar sanki okula kaydolup, mezun oldum. Ve şimdi hala üniversitedeyim. Bunlar bana dün gibi geliyor.
Hiçbir şeyin derdini çekmediğim, ancak gün boyu annemle, arkadaşlarımla geçirdiğim zamanlar artık geride kaldı.
Artık kaygılı günlerim başladı. Hiçbir şeyi umursamayan bazı çocuklar görüyorum. Anne-babaları onlarla ilgileniyor. Zaman o kadar değerli ki dünyadaki hiçbir şeyle ölçemez.
Elimizden geleni yaptıktan sonra dayanmalı, imkansızı başarana kadar ilerlemeliyiz. Hatta bazı ebeveynler çocuklarının mutluluğu için istemediği işlerde çalışıyor, duymak istemedikleri şeyleri duyuyor, kısacası çocuklarının geleceği için kendilerini feda ediyorlar. Benim yaptıklarım hala onların yaptıklarının yanında bir hiçtir.
Hocam izninizle gitmem gerekiyor.
Öğrencinin sözlerinden etkilenen hoca alçak sesle söyledi:
- Şimdi acelen nereye?
Öğrenci cevap verdi:
- Zamanı kum taneleri gibi savuran rüzgarın önüne geçmeye, kaygısız günlerimi geri getirmeye, zamandan istediğimin ötesini almaya, eziyet çeken annemin mutluluğunu geri kazanmaya...
Hoca öğrenciyi gülümseyerek uğurladı. Öğrenci hocası ile vedalaşıp konferans salonundan çıktı...