Niyazi Berkes hocanın bir yazısını okurken bir yerde “kültür emperyalizmi değirmende su dövmektir” dediği bir kısma denk geldim. Bunu ne amaçla söyledi tam olarak anlayamadım ama kültür emperyalizmi denen şeyin boş olduğunu ima etmeye çalışıyorsa kesinlikle katılmıyorum. Her ne kadar içerisinde komplo teorisi barındırsa da dizi-film ve özellikle sosyal medyanın bu kadar yaygınlaşmasıyla beraber kültür emperyalizmi kendisine yeni bir yol bulmuş ve hızlıca toplumlara entegre olmaktadır. İzlenilen şeyler, farkında olmadan bir insanda düşünce değişikliğine neden olabilmektedir. Bunu günümüz Türk toplumunda rahatça gözlemleyebilirsiniz. Keza bunun üzerine yazılan tezler de mevcut. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, bu toplumun kendine has bir kültürü, geçmişi, mirası vardır. Bu kültürü gerek sözde aydınlarla gerek ise dizi-film-sosyal medya üzerinden çökertmeye çalışmışlar ve başarılı olmuşlardır. Biz yıllarca rozet Atatürkçülerinden bahsettik. Toplumun yapı taşlarına dokunan demeçler veren, Atatürkçülüğü bilerek veya kasıtlı olarak yanlış anlayan ve anlatan insanlara karşı tavrımızı sürekli koruduk. Medeniyet adı altında bizlere sunulan şeyleri o kadar farklı kanallar üzerinden ilettiler ki, bir yerden sonra bunlara karşı çıkanlar cahillik, yobazlık, gericilikle suçlandı. Kültür emperyalizmi denen şey bu topraklarda ne yazık ki başarılı olmuş durumda. Elbette ki bu emperyalizmi empoze edebilmek için eğitimin bitirilmesi şarttı. Öncelikle bu bitirildi Türkiye’de. Bundan sonra gelişen süreçte ise Türk toplum yapısı altına dinamitler konarak bombalandı. Sonuçta ise bugün gelinen durumları ne yazık ki yaşar hale geldik.
Instagram, Tiktok gibi uygulamaların toplum üzerinde ve özellikle gençler arasında yarattığı tahribata daha önce değindiğimiz gibi birçok yazıda farklı farklı kişiler bu duruma dikkat çekmiştir. Gençler, sosyal medya üzerinde gördükleri yaşamların etkisinde kalarak toz pembe bir dünya hayal etmeye başladılar. Kendi paylaşımlarında da bunu başkalarına dayatmaya çalıştılar ve sonuçta bir reklam yaşantısı ortaya çıktı. Öncelikle kızlarımıza dikkat çektik. Sürekli gördükleri lüks yaşamlar, varlıklı hayatlar onları da etkisi altına alarak “neden bu şekilde bir hayat yaşamayalım” gibi bir düşünceye hapsetti onları (Feminizm denen saçmalığa hiç değinmek bile istemiyorum çünkü o ipin ucu çoktan kaçtı ve karmaşık bir düğüm oldu). Bununla beraber erkeklerde ise bu hayata, yaşama uyabilmek ve kızların dikkatini çekebilmek için farklı arayış ve istekler vücut bulmaya başladı. Zaten eğitimin kötü, ekonominin kötü, hukuk ve adaletin kötü ve neredeyse tüm sistemin yozlaştığı bir yerde, sosyal medyanın da etkisiyle gençler, tehlikeli de olsa bir yaşamın peşinden gitmeye başladılar. Elbette ki bunun temelinde şov yatmaktadır. Tüm bu yozlaşma ekonomiden de bağımsız düşünülemez. Ona ilerleyen süreçte değineceğim.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi yıllarca bağırdığımız mülteci sorunu baş gösterdi. Gelen milyonlarca kaçakla beraber bu memlekette uyuşturucu kullanımı arttı ve gençler arasında yaygınlaştı. 3. Dünya Savaşı’nın konuşulduğu şu günlerde, Türkiye her ne kadar hazırlık yapıyor dense de içerideki bu karışıklık için neden herhangi bir önlem alınmıyor? O kadar çok sayıda genç var ki, bunlar ne okuyor ne çalışıyor ne de herhangi bir uğraşları var. Bu gençler serseri mayın gibi toplum içinde dolaşmaktadır. Peki bunları topluma bir şekilde kazandırmak için ne gibi önlemler alınmakta? Dünya tarihini inceleyin. Özellikle erkekler, belli bir yaşa geldikten sonra başıboş bırakılmazdı. Genç erkekler ya savaşa ya ağır işlere ya da ciddi bir eğitime gönderilirdi. Şu an gelinen noktada milyonlarca genç erkek başıboş dolaşmakta. Eğitim denen şeyin zaten suyu çıktığı için beklenen verim alınamıyor. Yukarıda da değindiğim gibi, bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi ekonomik kriz baş göstermiştir. Bu şekilde ekonomik krizin olduğu bir ortamda, eğitim bozuk, adalet ise işlemez haldeyse, erkekler ve kızlar kolay para kazanma yollarını aramaya başlayacaktır ki bunun sonucunda toplumda büyük bir yozlaşma olacaktır.
Son zamanlarda o kadar çok şey yaşanıyor ki Türkiye’de, insanların kanı donuyor. Artık kız erkek fark etmeksizin rahat rahat dolaşamaz duruma geldi insanlar. Kusura bakmayın ama suçlarının kanıtlandığı zengin birtakım insanları hapse atıp da sonra ellerini kollarını sallayarak saldığınız bir ortamda bu insanlar da farklı şeylere yönelecektir. Gel gelelim, adalet sistemi neden bu kadar bozuldu? Bu benim işim değil, kanunlara değinerek şu yanlış bu doğru diyecek yetkinliğim yok çünkü bir hukukçu değilim. Ama bir insan olarak söyleyebilirim ki, adalet sisteminde büyük bir yozlaşma var. Bu açıkça ortada durmaktadır.
(Bakın, tüm yukarıda söylediklerim kız erkek fark etmeksizin bir tarafı zan altında bırakıp bir tarafı haklamak falan değildir. Kendimce yaptığım bir durum tespitidir).
Tüm bu yozlaşmanın içerisinde, kendisine Atatürkçü ve kendisine muhafazakâr diyen kötü niyetli insanlar meydana çıktı. Son zamanlarda adeta entelektüel olabilmenin bir şartı gibi lanse edilen bu millete ve devlete sövmek, bu sözde Atatürkçüler arasında hızla yayılmakta. Evet, yozlaşmış bir sistem var. Ama bu yozlaşma, size, millete ve devlete sövme yetkisini vermez. Yurt dışına gitmek isteyebilirsiniz, orada yaşamak ve daha insanca bir hayat düşleyebilirsiniz buna itirazım olamaz. Ama bunu isterken bu millete ve bu devlete söverek bunu yaparsanız o zaman karşınızda dururuz. Kaldı ki, her ne olursa olsun, temelli yurt dışına yerleşme planı yapanlara da karşıyız. Hep dediğimiz gibi, bu memleket bizlere gül bahçesi sunmadı, babalarımıza da sunmamıştı ve çocuklarımıza da sunamayacak. Kemal Paşa ve kurucu kadro da böyle düşünüp işi bıraksaydı zaten böyle bir ülkemiz olmayacaktı. Diğer taraftan yukarıda da bahsettiğim kötü niyetli insanların ikinci kanadı olan dinciler, mevcut yozlaşmayı bahane ederek Cumhuriyet’e, laikliğe sövmekte ve şeriat talep etmekte. Karışıklığı bahane ederek asıl amaçlarını günden güne daha gür bir sesle dile getirmekteler. Bu iş sistemden ziyade sistemi uygulayan kadrodadır. Elbette ki caydırıcı bir hukuk sistemi ve devletin gücünün korunduğu bir yerde düzen sağlanabilir. Devlet bu düzen üzerindeki hakimiyetini kaybettiği zaman veya bilerek sessiz kaldığı zaman toplum kendi adaletini kendisi aramaya kalkışacak ki bunun sonucu toplumsal bir yozlaşmaya gidecektir.
Sosyal medya uygulamalarına kısaca değinmiştik. Bu işin en zararsız görünen kısmı. Bir de öbür kısmı var ki insanların, özellikle gençlerin içerisinde saklı tuttukları vahşi taraflarını gün yüzüne çıkarmaktadır. Unutmayın, yıllarca ne idüğü belirsiz sitelerden IŞİD kafa kesme videoları izledi bu insanlar. Zaten bozuk olan ruh halleri, bu videoların etkisi ve zayıflamış olan devlet otoritesiyle beraber gün yüzüne çıkıp cesaret bulmaya başladı. Efendim diyorlar ki bu tarz olaylar hep vardı sadece internet olduğu için daha çok görüyorsunuz. Elbette, olabilir ama internet sayesinde bu tarz olaylar daha çok göz önüne çıksa bile yukarıda saydığım yozlaşma ne yazık ki inkâr edilemez. İnsanların devlete olan, otoriteye olan, adalete olan güvenleri zedelenirse ve her gün haberlerde türlü suçları işleyip serbest kalan insanları gördükçe bu toplumun yozlaşmasının önünü alamazsınız.
Diğer konu ise bu kültür emperyalizminden nasıl kurtulacağız. Yozlaşmış bu hukuku nasıl tamir edeceğiz?
Efendim, hukukun düzeltilmesi hukukçuların işi ama ne yazık ki bunu mertçe dile getirecek hukukçu da çok azaldı. Gerek eğitim yüzünden gerek ise hakiki Kemalist hukukçuların veya genel olarak Kemalist aydınların susturulması yüzünden bu yozlaşmayı mertçe haykıracak insan neredeyse kalmadı. On yıllarca devleti “antikemalist” olarak nitelendirilen gruplar yönetse de her kötü durumda Cumhuriyet ve Laikliğe saydırmak en iyi ihtimalle cahilliktir. Bir de böyle bir durumda devletin tepkisiz, sessiz kalması olayları daha da karmaşık bir hale getirmektedir. Devlet neden yeterince sesini çıkarmamaktadır? Bu konu gerçekten cevap bekleyen ve araştırılması gereken bir konudur. Nitekim bu şekilde devam ettiği takdirde daha başka olaylarla ve başka kesimlerce patlayan toplumsal veya bireysel olaylar kaçınılmaz olacaktır.
Gel gelelim tüm bunları bir çatı altında toplayacak olursak bu şüphesiz ekonomi olacaktır. Yine sosyal medya etkisiyle, kendilerine influcer diyen, herhangi bir uzmanlık alanı bulunmayan, cahillikleri her kelimelerinden anlaşılan bir grup soytarı, yaşam koçluğu veya kişisel gelişim adı altında gençlerin akıllarına zehir akıtmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Son zamanlarda bir de çalışmaya yönelik saldırılar başladı. Çalışmak köleliktir, sabahtan akşama kadar çalışmak için var olmadık, şu yolla kolay para kazanılabilir, bu yolla kısa yoldan zengin olabilirsiniz, yatırım yapsanız da bir şeye sahip olamazsınız, yurt dışına çıkarsanız cennete ulaşacaksınız gibi tamamıyla boş ve desteksiz savrulan hezeyanlar yüzünden gençler arasında kolaycılık baş göstermeye başladı. Süslü ortamlar, zengin yaşantılar hayalleriyle günübirlik yaşayan gençler, hiçbir şeye sahip olmamanın yanı sıra hiçbir zaman olamayacakları düşüncesiyle günden güne daha da umutsuz olmaktadırlar. Evlilikler azalmaya başladı. Dikkatinizi çekerim, Türkiye’nin doğum oranı tarihinde ilk defa durağan bir konuma gelmiştir. Aile yapısı bu suretle de bozulmaya başlamış ve yığınla genç insanlar yalnız şekilde hayatlarını sürdürmektedirler. Elbette ekonomiye laf edeceğiz, zaten yazılarımızın çoğu, fikirlerimizin ana temasının çoğu ekonomidir. Elbette ekonomi iyi gibi laflar etmiyoruz ama sadece buna odaklanıp, gençlerimizin akıllarını zehirleyen bu kesime sessiz mi kalacağız? Liboş kesimin dillerine sakız ettikleri özgürlük naraları yüzünden hiçbir şeye eleştiri getiremez olduk. Saçma sapan müzikler, farklı farklı hareketler ve soytarıvari videolarla gündem olma ve para kazanma yolları arayan gençlerin yaptıkları şeyleri eleştirince bir özgürlük çığırtkanlığı yapıp duruyorlar. Tüm bunlar toplumu bozmakta, ahlakı gevşetmekte dedikçe ulusal paranoya yaftası yapıştırdılar. Herkes istediğini yapar, kimse de karışamaz dediler. Biz demiyoruz ki bunu yapanı hapse atın. Bizim asıl değinmek istediğimiz nokta tüm bu sorunlara yol açan başta eğitim olmak üzere tüm yozlaşmış sistemin düzeltilmesine dikkat çekmektir.
Bakınız, bu ülkede her kesimden insan zulüm görmüştür. Bunu mevcut dönem için demiyorum, taa Osmanlı’ya kadar götürebilirsiniz. Ama, zulüm de görsek, haksızlığa da uğrasak dışarıya biat edip minnet beklemedik. Vatanımızı karalamadık, milletimizi aşağılamadık. Vatan da, millet de, Kemalizm de onu savunanlarındır. Bunları savunacak yürek bizde var, sizde yok! Bu yüzden, entelektüel poslarla bizlere adamlık öğretmeye çalışan sarıklı veya sözde Atatürkçü zangoçların veya liboşların hezeyanlarına cevap vermek boynumuzun borcudur. Tüm bu bozukluk içerisinde kurtuluş yolları aramaya, milletimize her zaman güvenmeye gayret gösterdik. Bunun tersini yapanların ise karşısındaydık ve karşısında olacağız. Sosyal medyada “Anadolu İrfanı” diye aşağıladılar bu milleti. Birçoğu da buna çanak tuttu. Bu suretle bu milleti kendi kültürlerine düşman ettiler. Unutmayın, dünyaya hiçbir şey öğretmemiş olsak bile (ki birçok şey öğrettik) tek öğrettiğimiz şey insanlıktır. Bu yüzden insanlığı başkalarından öğrenecek değiliz, Anadolu’nun bağrından çıkan bu medeniyeti tekrar öğrenip tekrar öğreteceğiz.