Bırakınız yapsınlar bırakınız etsinler. Bu laf, gelişmiş devletler nezdinde aslında bir nevi “zorlayınız yapsınlar, zorlayınız etsinler” olarak algılanmış ve gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler bu politikayı uygulamaları için zorlanmıştır. IMF, DTÖ, GATT denen kurumlar ise bunun bekçiliğini yapan kurumlardır. Dikkatlerinizi çekerim ki “gelişmekte olan” kategorisinde yer alan ülkeler nedense bir türlü “gelişmiş” ülke kategorisine erişemiyor. Batı’nın dayatmış olduğu sistem dışına çıkmaya çalışan ülkeler, istenmeyen, riskli ülke kategorisine çıkarılıp ekonomisine darbe vurulmaya çalışılıyor. Aslında istemiş oldukları ise belirledikleri sisteme koşulsuz biat etmektir. Buna biat etmiyorsanız risklisiniz, güvenilir değilsiniz demektir. Bu politikalarına uygun ekonomistler yetiştirdiler ve bunun ilk örneğini Şili’de yaptılar. Darbe başarılı oldu ve Pinochet hükümete geldi. Geldikten sonra ise “Şikago Oğlanları” dediği, ABD’de eğitim almış neoliberal ekonomistleri iş başına getirdi. Yolsuzluk, adeletsizlik tavan yaptı. Ama hacimsel bir ticaret artışı mevcut. Buna bakarak neoliberalizm övülüyor ama Meksika Nafta’ya üye olduktan sonra ekonomisi, ticaret hacmi artmasına rağmen büyük darbe aldı mesela. Bunların farkına varılmalıdır. Peki bu, diğer ülkelerde çok mu farklı? Bugün baya popüler olan bir finansçı mevcut. Finans bilgisine saygı duyarım ama faizden başka verdiği bir demeç var mıdır? Neoliberal politikalara kilitlenmiş ve başka hiçbir şey dememektedir. Varsa yoksa faiz, genel kabul görmüş kurallar vs. Açıklamalarını dikkatli inceleyin bunların. Gelişmekte olan ülkeler için bir reçete sunmazlar. Sundukları reçeteler sadece ve sadece gelişmiş ülkelere hizmet eden, onları tedavi eden reçetelerdir. Eğer liberal politikalar gelişmikte olan ülkeleri kurtarsaydı, kimse kusura bakmasın ama mesela bir Türkiye, mesela Latin Amerika ülkeleri bugün gelişmiş ekonomiler olarak karşımızda durmaktaydılar. Bkz. Güney Kore. Eğer geçmişte bu dayatılan liberal politikaları uygulamış olsalardı bugün bu halde olamazlardı? Veya bugünün gelişmiş ülkeleri, ABD, İngiltere geçmişte korumacı politikalar izleyen ülkelerdir. Yahu Fransa’nın, Renault’u bile devlet ortaklı, devlet desteğiyle büyümüştür. Genel kabul görmüş denen şeyler, Batı’da genel kabul görmüş şeylerdir aslında. Onlar, gelişme aşamalarında korumacı, devlet destekli politikalar izleyip, şimdi diğer gelişmekte olan ülkeler gelişmesinler diye onlara liberal politikaları dayatmaktadırlar.
“Muz Cumhuriyeti” deyiminin nereden çıktığını hiç merak ettiniz mi? Latin Amerika’daki Fruit Company” şirketinden gelmektedir. Piyasasını sonuna kadar bu şirketlere açan bölge ülkeleri, tüm kaynaklarının sömürülmesini izlemiş ve daha iyi sömürülmek için dayatılan politikaları uygulamak zorunda kalmıştır. Darbeler yaptırılıp hükümetler değiştirilmiştir. Tüm bunlar ise Fruit Company gibi şirketler tarafından, daha iyi sömürmek için yapılmıştır. Muz Cumhuriyeti deyimi işte buradan gelmektedir. Koreli seçkin iktisat profesörü Ha-Joon Chang işte liberalizmin bu yönünü deşifre etmektedir. Kendileri der Chang, korumacı politikalar vasıtasıyla zenginleşenlerin şimdi, gelişmekte olan ülkelere serbest ticaret methiyesi düzdüklerini öğrenince samimiyetlerinden şüphe ediyorsunuz. Bir nevi merdiven itme taktiği der buna. O merdivenleri, bugünün neoliberal karşıtı politikaları ile tırmanan gelişmiş ülkeler, tepeye varınca o merdiveni itip, peşinden diğerlerinin gelmesini istememektedir. Güney Kore mucizesini neoliberal politikalara dayayanlara karşı çıkmaktadır. Hükümet o dönem belirli şirketlere danışarak önemli kimi endüstrüleri desteklemiş (bebek endüstriler tezi olarak bilinir) ve dünya ile rekabet edebilecek duruma gelene kadar bu desteğini çeşitli sübvansiyon, tarifelerle desteklemiştir. Neoliberalizmi uygulayan gelişmekte olan ülkelere bakıldığı zaman, bu politikayı uygulamaya başladıkları 1980’lerden bu yana, 1960’larda ve 70’lerde eriştikleri düzeyin yarısı kadar bir hızla (%1,7) büyümüşlerdir. Aslında çok uzaklara bakmaya gerek yok. Cumhuriyet kurulduktan sonra bu korumacı politikalar izlenmiştir. O dönemin ekonomik performansını (1929 krizine rağmen) değerli okuyucularım inceleyebilirler. Keza devlet destekli planlama teşkilatı (DPT) kurulmuş ve uygulanmıştır. Sonralarda ise ne hikmetse bu uygulamalardan vazgeçilmiştir. Bakınız mesela ABD. 19. Yy boyunca ve tam 1920’lere kadar dünyadaki en korumacı ülke olmasına rağmen aynı zamanda en hızlı büyüyen ekonomilerden birisi hatta birincisiydi. Şimdi ise liberalizmin krallığı konumunda. Sizce de bu durumda bir tuhaflık yok mu?
Bugün ise Türkiye’de popüler olmuş kimi ekonomist ve finansçılar, salt liberal kabullerine biat ederek ekonomiyi düzlüğe çıkarma düşüncesindeler. Nasıl bir planınız var? Denizcilik, tarım, hayvancılık üzerine nasıl bir politikalarınız veya çözümünüz mevcut? Bunlardan hiç bahsetmeden şu ülke faizi indirmiş, bu ülke faizi yükseltmişi aman serbest ticaret yapalım, aman yatırım çekelim gibi basit düşünceler üzerine şekillenmektedir düm düşünceleri. Türkiye’nin en büyük eksilerinden birisi markalaşma mesela. Bu konu ile lgili ne gibi yorumlarınız var? Bunlarla ilgili en çok yorum duyduğum ve gerçekten çok değerli bir insanı sizlere önermek istiyorum. Kalkınma ekonomisti sayın Prof. Dr. Bartu Soral. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin kalkınması için neler lazım? Tüm bunlara çok kıymetli şekilde değinip çözüm önerileri sunuyor.
Burada açıklama gereği duyduğum bir kısım daha mevcut. Malumunuz, Türkiye’de sapla samanı karıştırma çok popüler bir olay. Biz bu yazımızda serbest ticarete-yatırıma karşı değiliz. Bunların hepsinin yeri ve zamanına göre ve gerekli denetimler ve politikalarla uygulanması gerektiğini savunuyoruz. Yabancı yatırımlar güzeldir peki ama bu yatırımı yapan çok uluslu şirketler (ÇUŞ) ne ölçüde denetlenebiliyor veyahut yaptıkları yatırımla bu topraklara ne gibi how-know katıyor? Konuyu doğru analiz edip doğru yorumlamak gereklidir. Yoksa gelişmekte olan ülke kategorisinden çıkamayız.