Tabutu tekrar açacak mıyız, mezara mı gömeceğiz?
2008 krizini izleyen günlerde ‘’teğet geçti’’ diye bir söz konuşulur oldu malumunuz. Ok tam kalbimize saplandı ama acısını aslında bugün hissediyoruz. Türkiye o yıllarda zaten sıcak paranın tüm dünyaya oluk oluk aktığı (yani doların) zamanda, neoliberal politikaları benimseyerek özelleştirme adı altında her şeyini sattı. Gelen sıcak paralar ile döviz, olması gerekenin çok üzerinde bir değerle tutularak ithalata mahkûm bir yapı oluşturuldu. O zamanlar kimi finansçılar ‘’uçuyoruz, yükseliyoruz’’ naraları atarken, aslında uygulanan politikaların bize nasıl zararları olacağını öngörmemeleri gerçekten inanılmaz bir durum. O gün, gelen sıcak paralar ile her şey yolundayken bugünleri kim düşündü? Yaşadığımız bu durum aslında o günlerin sonucudur.
Efendim bakın, Türkiye’nin alım gücü hiçbir zaman iyi olmadı ama o dönemler en azından orta sınıf diye bir kavram vardı. ( bunun tarihsel açıklaması çok uzun burada girmeyeceğim) Bugün gelinen noktada orta sınıf diye bir şey de kalmadı. Türk Lirası günden düne devalüe oluyor ve çare diye sunulan şey ise görünene göre tekrar neoliberal politikalara sarılmak.
Piyasa aslında kendini zaten dolar kurunun 25 civarı olmasına hazırlamıştı. Bir çok şirket, banka zaten bunu biliyordu. Malumunuz, döviz rezervleri en azından seçime kadar eritilerek, kur bir noktada tutulmaya çalışıldı. Yani bugün bu noktalara çıkması kimseyi şaşırtmamalı aslında çünkü zor tutuluyordu. Seçim bitti, kazanan hükümet 5 yılını daha garantiledi ondan sonra ipin ucunu saldı (fazla salmış olacak ki tekrar müdahale yaptı) Geçtiğimiz günlerde, ekonomi bakanı olarak sayın Mehmet Şimşek atandı. Lafı çok uzatmaya gerek yok. Zaten bir şeyler yapacak olsalardı zamanında yaparlardı. Dolayısıyla bu krizden çıkış için doğru kişi olarak görmüyorum. (tekrar eskiye dönmekten bahsetmiyorum. 2010’lu yıllara dönersek ve bunu başarı diye sunarlarsa bunu kabul etmiyorum) Yapılan plan, piyasa okunduğu zaman şu şekilde olacak gibi duruyor:
Döviz yüksek kalsın, ama faizleri artıralım. Mal, dolar cinsenden ucuza gelsin, ihracatımız artsın ama faizi de yükselterek yabancı yatırımcı çekelim. Zamanla biriken rezerv ile eskisi gibi ithalat temelli politikamıza devam edelim.
Bu şu demek. Bugün kurun 25 olduğunu düşünün. 1 milyon dolar ile gelen bir yabancı yatırımcı 25 milyon TL parasını alacak. Sonra faizler yükseldiği takdirde, faiz geliri elde edecek. Zaten aynı seviyede durması planlanan kur hemen hemen sabit olacağı için(biraz da düştüğünü düşünün), faizden elde ettiği gelir ile daha fazla dolar alarak memleketten gidecek. Bize kalan ise yine ithalata bağımlı bir ekonomik büyüme ile ilerlemek.
Bu krizi birdaha yaşamamak mı istiyoruz veyahut bu sarmaldan çıkmak mı istiyoruz? Bu iş neoliberal politikalar ile olacak iş değil. Yahu bu politika uğruna PETKİM’inizi sattınız. . KOÇ gurubunun alt firması olan Vestel’in, sadece tek bir firmadan yılda yaptığı petrokimya ürün ithalatı 10 milyon dolar üzerinde. Şu an Türkiye’nin petrokimya alanında ithalatı 20 milyar dolara yaklaşmış. Siz şimdi diyorsunuz ki, eski politikayı tekrar ettirelim, petrokimya ürünlerini satin alalım. Olmaz hocam, bu politika yüzümüze tokat gibi çarptı. Neoliberal politiklaların ilk uygulayıcısı Latin Amerika ülkeleri idi, en başta da Şili gelmektedir. Pinochet yönetimi darbe ile aldıktan sonra, ABD’de eğitilmiş ekonomistler ile (Şikago Oğlanları) bu politikayı uygulamya koydu. Sonuç ise hüsran. Bunu Friedman da söylüyor. Ekonomistlerin CV’lerine bakınca gözler kamaşıyor ama CV ile bu işlerin olmayacağını öğretmemiz gerek. Liyakat denen şeyi çok yanlış anlayabiliyoruz. Kısacası, yapmanız gereken üretimdir. Birikecek kaynak üretime kullanılmadığı müddetçe biz daha çok krizler yaşar, çok yabancı zengin ederiz.