Ahmet derslerinde başarılı, çalışkan bir çocuktu. Her sabah iki saat erken uyanır, Yıldız Parkı'na gider, ilgisini çeken bütün kitapları bu yeşilliklerde okurdu. Hep aynı ağacın altına oturur, dünyadan kendini soyutlar, kitabına dalar giderdi. Bir sabah ilk defa uyuyakaldı ve her zaman aydınlanmak için gittiği o parka gidemedi. Yola koyulduğunda olağan keşmekeşliğinde trafik akmaya devam ediyordu ve o da bu karışıklığa dâhil olmak zorundaydı. Hayalperestti. Otobüste giderken bile zihninde bir kumpanya vardı ve şehir şehir dolaşıyordu. Dersine yetişmeye çalışırken bir yandan da suçluluk hissediyordu. O yüzden kendi kendine akşam sevdiği parka gideceğine dair söz verdi. Okulda dersi biter bitmez Yıldız Parkında aldı soluğu ve her zamanki yerine oturduğunda içi huzurla doldu. Büyük bir meşe ağacının altında, eşyalarını bırakıp kitabını eline almıştı ki yaşlı bir teyze ağlayarak yanında bitiverdi.
-Oğlum! Neredesin? Her yerde seni arıyorum. Diyerek öpüp kokladı.
Ahmet şaşırarak;
- Teyzeciğim.
Demeye varmadan bir kız gelip “Anneanne gel” diyerek seslendi. ve ikisi oturmak üzere karşı banka geçtiler. Elindeki poşette birazı içilmiş bir şişe su ve iki adet mandalina vardı. Gözünü poşetten bir türlü ayıramıyordu. Odaklanmıştı çünkü kız o kadar güzeldi ki, Ahmet nefes almayı unutmuştu. Tekrar nefes alıp vermeye başladığında, zamanı durdurup, o duru güzelliği seyre dalmak, göz bebeklerinde uyumla dans eden bir çift gibi buluşmak istedi ve bu anın yitip gitmesinden adeta korktu. Daldığı bulanık, sisli hayal perdesi kaybolduğunda nihayet onların yanına gitme cesaretini kendinde buldu.
-Merhaba.
Ona "Merhaba" demek istedi. Çünkü; Farsça ”Benden size zarar gelmez.” demekti ve buna karşılık bir cevap vermek zorunda bırakmaktı niyeti.
-Merhaba. Kusura bakmayın! Anneannem alzaymır olduğu için böyle davrananıyor. Rahatsız ettiysek hoşgörün.
Sıcak bir gülümseme ile elini uzatıp ben,
- " Ayşe" Dedi.
Ahmet memnuniyet ile elini sıktı ve bugün bir armağanmış hissiyatı içindeydi. Koyu bir sohbete daldılar. Ayşe ve anneannesi gittiğinde Ahmet de kalbinin yarısının onlarla gittiğini hissetti. Hiç tanımadığı birine kalbini emanet etmek olur muydu ? Ya da okulda, mahallede o kadar kız varken neden dikkatini çeken bu kız oldu ? İçinden ismini tekrar etti. "Ayşe, Ayşe” Ve üçüncüsünde dışardan da duyulduğunu fark edip gülümsedi. Ayşe orman fakültesinden yeni mezun olmuş genç bir kızdı. Akşamüzeri on dakikalık muhabbetle, ne çok şey öğrenmişti ondan. Şimdi anlıyordu dört yüz yıllık ağaçların neden gönüllere ferahlık verdiğini, Parkın Lale Devri dönemindeki süsleme zevkine göre düzenlendiğini, çeşitli eğlencelere mekan olduğunu, burada ayrıca Malta ve Çadır Köşkü'nün bulunduğunu ve hatta 1925’ te bir İtalyan işletmeciye verilmiş, bir "Casino" olarak kullanılırken Şale Köşkü'nün Atatürk’ün müdahalesi ile bu işletmeciden alındığını, hepsini ne güzel anlatmıştı ve o anlattıkça içi açılan Ahmet parkta ufak bir yürüyüşe çıkıp daha dikkatli gözlemledi etrafı ve bakış açısı çok değişmişti bu parka. İyi ki sabah uyuyakaldığını düşünüp tonton teyzenin hastalığına, bir de onunla tanıştıran kaderine şükretti.