Sokak çocuk sesleriyle çınlıyordu. Mina elindeki deri çantanın üzerine oturup portakal yokuşundan hızla kendini aşağıya bıraktı. Bir yandan lapa lapa kar yağmaya devam ediyor, şehir camdan bir kar küresini andırıyordu. Bayır, kayan çocuklar yüzünden buz pisti olmuştu âdeta.
- Mina yeter artık. Çabuk eve gel!
- Anneciğim lütfen beş dakika daha.
Hemen giriş katında oturuyorlardı Mina ve ailesi. Annesi ince yapılı narin bir kadındı. Pamuk gibi beyaz teni, gök mavisi gözlere sahipti. Çok hızlı çalışır, pek konuşmazdı. Mina’dan başka üç çocuğu daha vardı ve hepsi de onun güzelliğinden nasibini almıştı. Evleri tek bir salondan ibaretti. Mutfakta, yatak odası da hepsi bir aradaydı. Üstelik oda bej rengi bir perdeyle ortadan ikiye ayrılıyordu. Sigara dumanından iyice sararmış, yemek kokuları sinmiş bu perde sınır çizgisiydi. Yan tarafta geçmişte çok zengin olduğu sonradan fakirleşip kafayı yediği söylenen sessiz genç bir oğlan kalıyordu. Lavinya onun da çamaşırlarını yıkar, bir kap yemekte ona ayırırdı. Kocasına kalsa kiradan ayrıca bunlara da para isterdi. O yüzden Lavinya gizli yapardı bunları. Kumarbaz ve ayyaş olan sorumsuz kocası esmer, ruhsuz bir adamdı. Yan taraftaki genç adam bu aile için çabalayan anneye hayrandı. Çocuklarını yıkarken çıkan su sesleri, sofrada çatal bıçak sesleri o kadar alışmıştı ki bu ailenin bir parçası gibi olmuştu. Akşamları yatmadan önce anneleri çocukları gıdıklayıp sesli güldüklerinde “şişt sessiz gülün! abiyi uyandırmayın! “ demesi onların da abiyi kabullendiklerini gösteriyordu. O abi gizemli biriydi ve tek yaptığı şey kitap okumak, uzanmaktı. Bir gün bu cılız oğlan hastalanıverdi. Lavinya karıştırdığı kitap rafında bir telefon numarası buldu, gizlice arama yapıp odaya geri geldiğinde çocuk tir tir titriyor, ateşler içinde yanıyordu. Sirkeli su ile başına ıslak mendil koyduğu sırada bir araba sesi duyuldu. Mahalleye öyle kolay kolay araba gelmezdi. Bütün çocuklar neşeyle arabanın peşinden koşturup, sevinçle bağrışıyorlardı. Evet dedikodular gerçekti. İki kişi gelip genç oğlanı yerinden doğrultup arabaya taşıdılar ve gitmeden Lavinya’nın eline oldukça yüklü para bırakmışlardı. Şaşkınlıktan iade edemediği para elinde tek bir söz bile edemeden, üç kişi biniverdiler arabaya ve yol aldıkça küçülen arabanın görüntüsü kaybolana kadar öylece kalakaldı Lavinya. Gencin arkasından sağlığı için dualar ederek içeri girdi. Ne yapacaktı bu kadar parayı? İlk iş büyük oğlunu okula yazdırdı. Eve merdaneli bir çamaşır makinası aldı ki bu eşinin çok hoşuna gitti çünkü ticarete dönüştürüp ücret karşılığı sıraya dizilmişti mahalleli. Lavinya dalgındı. Hasta çocuk iyileşmiş miydi? Kimdi? Adı neydi? Hiç tanımadan neden her zor anında yardımına koşmuştu? Bu düşüncelerle evi ikiye bölen perdeyi çekip attı. Eve yeni birkaç eşya aldı ve kocası da artık eskisi kadar içmiyordu. Lavinya etrafına ışık saçan alev topu gibiydi. Hayat mucizelerle doluydu ve buna inancını hiçbir zaman kaybetmeyeceği kesindi.