Nuri Bilge Ceylan filmleri her zaman büyük bir ilgi görüyor, ödüller alıyor ve uluslararası alanda tanınıyor. Aldığı ödüllerin artık haddi hesabı yok Oscarlı Coen kardeşler, İklimler filmine olağanüstü demişlerdi. Ve sürekli övgü ile bahsedip Amerikalı Kovboylar’a, Ceylan’ın filmlerini mutlaka izlemelerini tavsiye etmişlerdi.
Bu tanınmada senaryolarını yazdığı ve yönettiği bazen kendisinin bazen de akrabaları ile oynadığı filmlerinin başarısının büyük bir payı var. Bir kere yönetmen gözüyle baktığımızda diğer tüm yönetmenlerden kolayca sıyrılıp listenin en başına gelebiliyor. Bana göre bunun sebebi tüm rutinleri anlatırken birdenbire ezber bozması. Filmlerini seyrederken eski siyah beyaz fotoğraflara bakıyor gibi hissedebilirsiniz. Sonra doğayı tüm çıplaklığıyla size sunuyor. Yaprak ise en damarlısından. Ağaç ise en köklerinden sizi alıp götürüyor. Boğaziçi Üniversitesinde eğitimi sırasında fotoğrafçılık, dağcılık ve mağaracılık kulüplerine katılarak doğa etkinlikleri ile ilgilendiği için onun filmlerine çarpıcı bir görsellik eklenmiş ve bunu seyirciye yansıtırken büyülüyor. Mesela bir sahnede kar yağıyorsa tüm kar tanecikleri dans ediyor ve o tanecikler yere düşmeye devam ederken sizi havanın sertliğiyle, oturduğunuz sıcak koltuktan bir ürperti ile üşütmeye başlatıyor. O derece hisli…
Bana göre; Cannes Film Festivali En İyi Kadın Oyuncu Ödülü alan Merve Dizdar ile oldukça ilgi uyandıran Kuru Otlar Üstüne filminin daha bir heyecanla beklnmesine, yılın en çok merak edilen filmi olmasına yol açtı. Ve böylece seyircilerin beklentisini doruğa çıkardı diyebiliriz.
Kış uykusundan sonra en geveze filmi Kuru Otlar Üstünde oldu. Çünkü ilk filmlerinde konuşmalar çok daha azdı. Karakterler sessiz, eylemsizlik ön plandaydı. Nuri Bilge Ceylan tüm filmlerinin ortak özelliği her daim edebi dilini konuşturan diyaloglara şahit oluyoruz ama bunu ara ara yapıyordu ve çaktırmıyordu. Bu filmde üst üste yorucu, düşündürücü konuşmalar fazlasıyla mevcut. Üç saat on yedi dakika uzun metraj bir film. Gelelim filmin konusuna; Doğuda küçük bir köye atanan Samet (Deniz Celiloğlu) öğretmen var. Bulunduğu köyü sevmeyen, bir türlü uyum sağlayamayan Samet öğretmen yaşadığı köyde turist gibi takılıp resimler çekiyor. Onun, bir kızla tanışmasını isteyen arkadaşı var. O kızı görmeye gittiği bir sahne ile bizler de Samet ile aynı anda Merve Dizdar'ın hayat verdiği Nuray karakteri ile tanışıyoruz. Nuray kendisi gibi bir öğretmen. Ve aralarında şöyle bir diyalog geçiyor: “Tayin zamanın gelmiş. Ne yapacaksın düşünüyor musun?” diye soruyor Nuray. Ve Samet “Şaka mı yapıyorsun? Geldiğim ilk dakikadan beri aklımda sadece gitmek var.” diye cevaplandırıyor. Bırakın ilk günden demeyi dakika diyor. Yaşadığı köye nasıl katlanamadığı sürekli seyircinin gözüne sokuluyor. Nuray topalladığı için onu beğenmiyor ve gidip oda arkadaşı Kenan’a (Musab Ekici) Nuray’ı anlatıp siz çok yakışırsınız diye bahsediyor. Kenan bu tanışmaya sıcak bakınca olaylar örgüsü başlıyor ve her bir karakterin iç dünyasına tek tek giriş yapıyoruz. Bu üç kişinin yalanları, korkuları, çevrilen dolaplar...
Nuray ile Samet’ in yemek masasında konuşmaları çok derin. Nuray’ın neden topalladığı, siyasi ve sosyal meselelere giriş var.
Film sürüp giderken birdenbire çok şaşırdığım bir an oldu. O an, dördüncü duvarın yıkılmasıydı. Çünkü böyle bir hamle hic beklemiyordum. Sonra düşününce bu sahne film için gerekliydi. Film çok uzun ve filme dalıp gitmiş iken birden silkeleyip kendine getiriyor insanı. Bir röportajında kendisinin şöyle bir söylemi var: ”Başka organlarımızla film seyretmek biraz da, sadece duygularla değil.“ Oradan anlıyoruz ki bunu kasten yapıyor. Bununla ilgili Ceylan, üç tane sahne çekiyor. Hatta arabaları ters çevrildiği sahneler de var ama en çok uyumlu olduğunu düşündüğü, loş bir ışıklı abajur başlığından aniden kamera arkasına geçişini görüyoruz. O sahneyi çok beğendiğimi söyleyebilirim. Ve yine Ceylan o sahne için;
“Mesela bir kızla tanışırsın, en güzel taraflarını gösterirsin ona. Tüm defolarını, zaaflarını gizlersin fakat bir gün gelir ki artık yani onları bir yük gibi taşımak ağır gelir, onlara rağmen beni sevsin dersin. O zaman yani onları ortaya çıkaracak, itiraf edecek bir fırsat kollamaya başlarsın ama belli bir güven geldikten sonra… Ya belki yani sinemanın bir yapıntı olduğunu eninde sonunda, seyirciye söylemek ve buna rağmen filmden kopmamalarını istemek gibi bir şey olabilir.” diye anlattı.
Ayrıca; okulda Samet ve Kenan için taciz söylentisi var ve bir yandan onunla uğraşıyorlar. Gerçek mi, söylenti mi? Muallakta kalıyor gibi. Ama aynı zamanda bu olasılık çok da rahatsız edici bir boyutta aktarılıyor. Okulda çekilen sahneler çok gerçekçi. Öğretmenler odasında iken sanki ben de oradaydım. Samet çok karanlık bir karakter. Sevim (Eve Bağcı) öğrencisi okulda bir arama yapıldığında çantasında bir ayna ile yakalanıyor. Bu aynayı başka bir sahnede Samet öğretmenin kıza hediye ettiğini görüyoruz ama bir de mektup çıktı bu aramadan. Lakin bu mektupta ne yazdığı hep bir soru işareti…
Ayrıca Sevim karakterine hayat veren Ece Bağcı 59. Chicago Uluslararası Film Festivali'nde En İyi Yardımcı Performans dalında Gümüş Hugo ödülüne layık görüldüğünü de belirtelim.
Benim yazıyı yazdığım şu dakikalar 24 Kasım öğretmenler gününe denk geldi. Siz yazımı her ne kadar pazar günü okuyacak olsanız da ben bugünün etkisiyle birkaç okul sahnesine geri dönmek istiyorum.
Sınıfta Samet Hoca “deniz gören var mı?” diye soruyor. Bir öğrenci “hocam ben televizyon da gördüm” diyor, tüm sınıf gülüyor. Samet hoca “onu demiyorum gerçek hayatta?” Delile diye bir öğrenci “İzmir’de halalarımın yanına gitmiştim orda gördüm “diyor. ”Girdin mi peki?” “Evet” diyor Delile…
Bu sahne denize giremeyen tüm çocuklar için çekilmiş ve adeta hesap soruyor.
Bu kasvetli köyden kaçma umudunu hep diri tutan Samet öğretmen bir sahnede, yerde duran büyük bir yardım kolisi içinde montlar, botlar, kazaklar... Ve öğretmen sırayla öğrencileri içeri alıyor “adın ne?” Listeden kontrol edip neye ihtiyacı varsa alıp çıkmasını izliyoruz. Samet öğretmen yerinden kıpırdamaz koltuğuna yapışık, elinde bir telefon hiç ne aldıklarına bile tenezzül edip bakmadan, umursamaz tavırlarla mecburi görevini yapıyor. Samet’in ilgisiz, merhametsiz bir şekilde davranışı beni çok rahatsız etti. Ayrıca bir öğrencisi geliyor “Sen benim sınıfta mısın?” diye soruyor. “Evet “diyor kız. Onun sınıfında ama Sevim kadar neşeli dikkat çeken bir tip değil. İşte tam bu noktada Samet iyice göze batıyor. Ve yönetmen o kızdığımız karakteri yaratıyor. Kasaba, iklimler, Uzak, Mayıs Sıkıntısı, Üç Maymun, Ahlat Ağacı filmlerin de olduğu gibi… Karakter sayısı az anlatılan çok…
Sözün kısası film birçok konuya değiniyor. Gösterimden kaldırılmadan mutlaka izleyin derim.
Mutlu pazarlar…