Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamaları en görkemli haliyle Türkiye’nin dört bir köşesinde coşkuyla kutlandı ve böylece ekim ayını kapatmış olduk.
Diğer yandan ekim ayı derin ve büyük bir teessür içinde geçti. Malumunuz İsrail- Filistin savaşı…
İnternet sayesinde dünya küçük bir kasaba gibi olmuşken ve her habere kolaylıkla ulaşılabiliyor iken bölgedeki siviller ne halde bilmiyoruz. Oradaki gazeteciler haber yazamıyor, bilgi veremiyor, internet erişimi yok; bombardıman var, can pazarı var! İnsanoğlu olarak; ‘Bize dokunmayan yılan bin yaşasın. Bize ne! Bu, Filistin’in sorunu, Ukrayna’nın sorunu’ diyebilir miyiz? Böyle yaveler olmaz, olmamalı. Şairimiz Ahmed Arif dizelerinde ne söylüyordu?
Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim.
Olmalı zaten.
Olmasa “insan” olmaz yüreğim…
Ülkemizde üç günlük yas ilan edildi. Bayraklar yarıya indirildi. Tiyatrolarda sahnelenecek oyunlar iptal edildi. Konserler ve birçok etkinlikler de hakeza… Ama ne yazık ki öfke tutkunları kazanıyor her daim. Bizim de tutunacak dalımız iyiliği ve güzelliği savunan yazarlarımız, aydınlarımız...
Keşke “Savaş istiyoruz! En önce vuruldu. Bunu yazan.” (Bertolt Brecht) mısralarında olduğu gibi kim savaşı başlatıyorsa ilk o ölse ve anında yok oluverse savaş ihtimali. Dünya da huzur içinde dönmeye devam etse, insanlar öldürülmeden...
Umudumuzu yeşerterek söylüyorum ki savaş karşıtları iyi ki varlar. Yürüyüşler ve protestolar ses getirecek ve ben hep güzel şeyler yazacağım. Bizi biz yapan yaşamaya dair her ne olursa...
Bugünden itibaren her pazar köşe yazılarımı siz değerli okurların beğenisine sunacağım.
Hemen hemen herkesin ya da salt çoğunluğun en keyif aldığı gün, pazar olsa gerek. Kimi öğlene kadar uyur, tembellik, uyuşukluk dibine kadar. Kimi ise yürüyüş ve hareketli yaşam peşinde… Hava güzelse piknik, deniz; değilse de kapalı alanda sinema, tiyatro...
Benim çocukluğumda da en sevdiğim gün pazar günleriydi. Anne, baba herkes evdeyken pazar kahvaltısı hazırlanır. Ben bir koşu gazete almaya mahallenin bakkalına giderdim. Kapı önünde gazetelik üzerinde dizilmiş halihazırda sıralı sergilenir gazeteler... Hürriyet, Milliyet, Radikal, Güneş, Taraf, Cumhuriyet...
Eve gelir gelmez köşe yazılarını okur, ünlülerin röportajlarını; bir gazeteci soru kısmını, bir cevaplayan ünlü kısmını farklı ses tonlarında seslendirir ve ebeveynlerimi güldürürdüm. Sonra bir de üçüncü sayfa haberleri vardı. Cinayet romanı okurcasına heyecanla okurdum hepsini bir solukta. Spor sayfasını, iş ilanlarını, acı kaybımız diyerek siyah kare içine alınmış vefat ve taziye yazılarına kadar, gazetede okunmadık tek bir satır bile bırakmazdım.
Bir de pazar ekleri vardı. Magazin haberleri... İşte pazarı pazar yapan şeyler… Sonra ailece sahile yürüyüşe çıkar, elma şekeri ya da pamuk şekeri alınır, tatlı tatlı gezerdik.
Bana göre pazar, iki tane çam ağacı arasına asılı miskin bir hamaktır. Amma velakin ben ona uzanmak yerine şimdi maraton halk koşusu için köprüye gidiyorum. Haftaya maraton hakkında gözlemlerimi sizlerle paylaşacağım.
Mutlu pazarlar…