Diyar-ı Arabî’de çok canlar yitirdik biz...
Kutsi değerlerimizin manevi mirasçılığını üstlenerek, çöllerde aç ve susuz nöbet tutan da bizim ecdadımızdı nitekim.
İstanbul- Erzurum; Ankara- Van arasında yol, iz dahi yokken, Hicaz’a Demiryolu döşettirip sarnıç, kemer ve su kanalları yaptırmakta Osmanlı’nın işgüzarlıklarından sayılabilirdi.
“Yan başına dön başına misali” Osmanlı borçla boğuşurken, Şerif Hüseyin İngilizlerle flörtleşiyor, Osmanlı’ya isyanı örgütlüyordu...
Bunca hizmete ve sahiplenmeye karşı en azından Arap halkının gözleri kör, kendileri nankör olmasaydı.
En azından İngilizlerle dost olurken, Osmanlı’ya açıktan ve doğrudan düşmanlık edemeyecek kadar vefa gösterebilselerdi.
Şimdi ne Hicaz kaldı elimizde ne Şam ne Musul ne de Kudüs...
İlk fırsatta ihanet etmekle kalmayıp, sırtımızdan hançerleyerek Kutsal Emanetler ’in Londra’ya peşkeş çekilmesine zemin hazırlayanlar da bu Arap Milleti değil mi?
Osmanlı- Türk askerimizin midesini hançerle yararak altın arandığını nasıl unutabilir, bu ihaneti nasıl hazmedebiliriz ki?
Osmanlı’ya isyan, İngiliz’in sömürgesini göze aldıracak büyüklükte ne kötülük yapmış olabilirdi ki Osmanlı?
“Denizin dibinde balıkları savaştıran İngilizler” çizmediler mi, Arap Devletlerinin şimdiki Bayrak, renk ve şekillerini?
Bir ağızdan ve hep birlikte tutturmuşuz “Ümmetmiş- Ensar’mış” hamaset ve edebiyatını...
Anlamakta zorlandığım şey, bunca ihanete karşın nedir bu Arap kültürüne adaptasyon ve Arap hayranlığı?
Hangi dinin ümmetinden, hangi dinin kardeşliğinden bahsediliyor acaba?
Mezhep, fırka, akım, tarikat, şeyh, şıh, mürit, mürşit… Hiç girmiyorum bu türden zoraki ve zorlama suni ruhban sınıflarına...
Bedir, Uhud ve Hendek müşriklere karşı, İslam ve iman savaşıydı. Eyvallah, amenna...
Hudeybiye Anlaşmasıyla birlikte, savaşların yerini barış ve uzlaşı almamış mıydı?
Hudeybiye; savaşmaksızın da çözüm üretilebileceğinin müşahhas örnekliği, sulh ve selametin savaştan daha ehven olmasının göstergesi değil miydi?
Tüm bu sulh ve selamet arayışlarına rağmen Kerbela?
Kerbela kim ile kimler arasında cereyan etmiş savaştı?
Hz. Muhammed (sav)’in “gözbebeğim, cennet kokulularım diyerek sevdiği, sırtında taşıdığı Hüseyin bin Ali hazretlerini, “Ehl-i Beyti” kılıçtan geçiren kimlerdi?
Sahi, kimlerdi Kerbela’da savaş isteyenler?
Sufyan binti Muaviye binti Yezid ile Ali binti Hüseyin’i karşı karşıya getiren sebep neydi?
Hz. Kur’an sayfalarını mızrak uçlarına takarak Sıffîn Savaşı’nda hile yapmaya tevessül eden Muaviye ve “Ben Kur’ana karşı savaşamam” diyerek mağlubiyeti göğüsleyen Hz. Ali... Bu iki Müslümana kılıç kuşandıran da neydi?
Tüm bu tarihi gerçekler apaçık meydanda iken...
Halâ Ümmet’miş, Ensar’mış, Muhacir’miş... muhabbeti, nazarı celbimde din ve iman istismarından başka ne olabilir ki?
İman, din ve İslam kardeşliğinin orijinal tarifi yapılsın da biz de öğrenelim şu işin doğrusunu!
“Mü’min; aynı delikten iki defa sokulmaz, ısırılmaz.” Hadis-i Şerifi çok açık değil mi?
Kerbela...
O Kerbela ki; sadece Ehl-i Beyt’in göğsüne saplanan kılıç değildir.
Kerbela; vahyolunan Kur’an’ın Peygamberi, Güllerin Efendisi, Son Peygamberin tebliğ etmiş olduğu Din-i Mübin-i İslam’ın birliğine ve kardeşliğine indirilmiş bir darbedir.
Veda Hutbesini hatırlayalım!
“Size iki önemli şey bırakıyorum. Biri, insanı doğruya götüren bir rehber ve nur olan Allah’ın Kitabı Kur’an’dır. Ona yapışın ve sımsıkı sarılın. Size bir de Ehl-i Beyt’imi bırakıyorum. Allah’tan korkun da Ehl-i Beyt’ime saygılı davranın. Allah’tan korkun ve Ehl-i Beyt’ime saygılı davranın” bu yönde tembih ve tavsiyesinin üstünden henüz kaç yıl geçmişti ki, Müslüman, Müslümanla savaştı?
Alem-i dünyaya ait ne varsa mübarektir. Zira kâinatı ve mevcudatı; canlı, cansız tüm varlıkları yaratan Yüce Allah’tır.
Ezeli ve ebedi olan, doğmamış ve doğurulmamış olan, kudret ve azameti sınırsız ve sonsuz olan Halik-i Kâinat en yüce ve en kutsîmizdir...
Geriye kalan fanidir, muvakkattir, geçicidir, yıkılabilir ve yok olabilirdir.
Kâbe kıblemizdir, mabedimizdir, mübareğimizdir.
Kudüs, Mescidi Aksa yine hakeza...
Lakin unutulmamalıdır ki; Eşref-i Mahlukat olan insandır.
İçinde insan olmayan camiler, mabetler ve hatta insansız dünya, boş, beyhude, değersiz, anlamsız ve kıymetsizdir.