Aslında Türkiye’nin en büyük meselesi, bizatihi “mesele” kelimesinin ta kendisiydi.
“Mesele” kelimesi literatürümüzden çıkarılmış olsaydı problem kendiliğinden çözülecekti.
Örneğin:
Hukuktan, adalet çıkarıldı da hukuk kavramı ortadan mı kalktı?
Yargı’ya duyulan güven mi azaldı?
“Aslında hiçbir şey yasadışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu” cümlesi de zaten boşuna ve gereksiz yere söylenmişti.
Kurum, makam, mevki... Devlet adına, devlet namına hizmetle yükümlü koltuk sahiplerinden liyakat, ehliyet gibi nitelikler kaldırıldı da o makamlar boş mu kaldı sanki?
Sahte diplomayla göz boyar, evelallah yine de boş bırakmayız o koltukları.
Asıl mesele, bizatihi meselenin kendisiydi.
Mesele mesele olmaktan çıkartılsa kalır mıydı mesele?
Varsayalım ki, tarım ülkesi değildik!
Tarım, hayvancılık başlıklı bir meselemiz olur muydu?
Teşvik, destek, kredi, finans, kota gibi problemler başımızı ağrıtır oldu yıllarca.
“Paramız var ki, ot, saman, yem, arpa, buğday ithal edebiliyoruz” deyip geçerdik.
Tarım ülkesi olmasaydık, bu söze kim ne diyebilirdi ki ?
Hele hele şu erken yaşta emekli olmak isteyenler yok mu?
Yahu 40-45 yaşınıza girmenizi gerektirecek ne vardı?
Diyelim ki erken yaşlandınız...!
EYT denen bir kısaltmadır tutturup, sokak, cadde EYT pankartı açmaya ne gerek vardı?
“İskandinav ülkelerini EYT’nin batırdığını” duymadınız mı?
Borç harç demedik EYT meselesini de hallettik işte...
Bir de şu 55- 60 yaş üstü bedavadan maaş aldıkları(!) halde,
“7,5 bin lira ile geçinemiyorum, yandım, bittim, torunlara sakız bile alamıyorum” diyerek meseleyi meseleleştiren “asıl emekliler” yok mu?
Yahu öldünüz de cenazeniz musallada mı kaldı?
Yaşarken bile binemediğiniz o yeşil arabalara bindirip gönderecek, o meseleyi de çıkartacağız mesele olmaktan...
Yok efendim daha neler?
Eğitim sorunuymuş,
Sağlık sorunuymuş,
Ulaşım sorunuymuş,
Finans,
Kredi,
Kart,
Borç,
Konut,
Göç, göçmen, ensar, muhacir...
Enerji,
Gaz, mazot, akaryakıt,
Mutfak,
Ekonomi...
Alt alta yaz sırala, tüm bu başlıkların sorunlu, problemli olduğunu, meselenin mesele olmaya devam ettiğini söyleyenler varsa -ki var!
O halde birileri de çıkar, “hoop! az biraz ağır olmayı dene, siz bunu diyenler haltetmişsiniz” der mi? Der valla!
Bre nankörler!
Adalet saraylarını,
Şehir hastahanelerini,
Hava limanlarını,
Duble yolları,
Tünelleri,
Millet bahçelerini,
Yeşil alanları,
Toplanma alanlarını,
Raylı sistemleri,
Gemileri,
Uçan sarayları,
Rezidansları,
Göğe uzanan minareleriyle binaların arasında kaybolan camileri,
Uzay yollarını... Hiç mi görmezsiniz?
“Mesele olmayan meseleleri iş-güç edinip görürsünüz de, asıl meselenin bizatihi meselenin ta kendisi olduğunu neden akletmezsiniz?”
Demiş olsa haksız mı?
Yüzümüz kızarmaz mı?
Nice olur hali pürmelaliniz?
Ortada mesele mi var?
Mesele olan her meseleyi alt alta sıralamak suretiyle, iğne ucu kadar her meseleyi, mesele haline dönüştüren de biz toplum değil miyiz?
Meseleden mesele üretiyoruz!
Hem mesela!
Ülkemizde bu kadar mesele olmuş olsaydı,100 arabalık kortejle camiye mi gidebilirdik? Bu kadar makam aramız mı olurdu? Bürokrat eşlerinin altına dahi makam arabası çekebilir miydik?
Deveye sormuşlar: “Senin boynun neden eğri?”
Deve de gülümseyerek; “Bunu neden dert ediniyorsunuz, doğru olan zaten nerem var ki? Benim için mesele olmayan meseleyi, siz niçin mesele ediniyorsunuz...” demiş.
Başta dedik ya...
Sen yok musun?
Ah şu mesele!
Bir kaldıramadık gitti literatürümüzden!
İnanalım ve müsterih olalım ki!
Başımızda asıl meselemiz olan meseleyi, al aşağı ettiğimiz gün, meselelerin meseleleşmesinden, meselelerin katlanarak mesele üretmesi handikabından kurtulmuş olacağız.
Hani var ya...
Şu mesele!