Üzerinde ismimin yer aldığı Kredi Kartımı 2008 yılında başlamıştım kullanmaya...
Hoşuma da gitmişti doğrusu, ne yalan söyleyeyim!
Cebinde nakit var mı yok mu, çekinmeden alabiliyorsun hoşuna gidenleri...
Zaruri, elzem olup olmadığı çok da önemli değildi.
Sirkülasyon çoğaldıkça “Kredi Kartına Taksit” imkanları açıldı.
Ne ihtiyaçlar bitip tükeniyordu artık ne de arzular, istekler, özentiler...
Ne hanıma “Param Yok” diyebiliyordum, ne de kör nefsime!
Ne de çoluk çocuğun hevesleri karşısında “Durun hele, daha sonra, paramız olunca alabiliriz belki” diyebilme imkânımız...
Bizim yaşayamadığımız çocukluğumuzu “bari evlatlarımız yaşasın” iyi niyet ve gayretiydi bizimkisi...
Ay sonunda “Ekstre” geldiğinde ancak anlayabiliyordum “Yumurtaya gelmiş tavuğun folluk arama” telaşını ama... Neyse ki, borç harç, ekstre atlat, onun da çaresi üretilmişti...
Birken iki, ikiyken üç oldu kart sayımız. Kullanım arttıkça limit yükseliyor, limit yükseldikçe ekstre kabarıyordu...
Nitekim bankaların sokağa çıkıp, önüne gelene Kredi Kartı dağıttığına şahit olmadık mı?
Oh be... Bu ne rahatlıktı...!
Artık zenginden kalmamıştı farkımız!
Zenginin parası varsa, fakirin de “Kredi Kartı” vardı.
Bu ne güzel bir buluştu...!
“Lüküs hayat, lüküs hayat!
Yan gelde yat, keyfine bak...”
Ne tılsımlı bir şeydi bu...
Hem mesela... Hısım akrabadan, konu komşudan borç, ödünç isteme devrini de bitirmişti.
Kartın varsa ne hacetti komşuya!
Koskoca (x- Bankası) vardı arkanda...
Alırken, kullanırken, harcarken... Kimse demiyordu ‘dur’!
Hatırlatmıyordu kimse, ay sonunda gelen ekstreyi öpücükle mi ödeyeceksin?
Renkliydi kartlar, cazibeliydi, kolay kolay yıpranmıyor ve de eskimiyordu banknot gibi...
Hem böylece, lüzum da kalmamıştı cepte para, komşuda itibar, kredibilite bulundurmaya!
Kart dediğin, başlı başına bir itibar, güç kaynağı, midaresizlikti hısım akrabaya...
Kart deyip geçmeyin!
Üzerinde yaldızlı rakamlar,
Altında yaldızlı harflerle adınız,
Arkasında şifrematik...
Hele bir de ÇİP (elektronik okuyucu) konuldu ki...
Lüküs hayat, lüküs hayat!
Yan gelde yat, keyfine bak.
Oh ne rahat, lüküs hayat...
Sene oldu 2024...
3 adet Kredi Kartı,
2 adet Para kart ile tutunuyorum hayata...
Nakit taşımayı, elimi cebime atmayı, banknot saymayı unuttum artık.
Pantolonum kırışmaktan, cep ağızları kirlenmekten ve kabarık durmaktan kurtulmuş oldu...
Bu yönüyle de Kartların hakkını teslim etmek lazım, değil mi?
Ergin Koray diyor ya...
“Öyle bir zaman ki
Dediğim aynı ile vaki
Seneler olunca mazi
Öyle bir geçer zaman ki
Dediğim aynı ile vaki
Öyle bir geçer zaman ki...”
Öyle bir şey icat ettiler ki...
“Komşu komşunun külüne muhtaç” olmaktan,
Komşuları ödünç alıp vermekten,
Zor dar günde imdada yetişen dostları birbirinden uzaklaştırdılar...
“Utanç- Ar” kelimelerinin anlamını yitirdiği bir çağ,
Ahlâk kavramını yitirmiş bir insanlık,
Muavenet ve yardımlaşmaya yabancı,
Komşusunun öldüğünü bir hafta sonra duyan topluluk nüksetti...
“Eline, Beline, Diline sahip ol.”
EL; senden gayrı, başkası, el- alem anlamına,
BEL; belde, yöre, yurt, vatan, toprak,
DİL; söz, kâvl, cümle, konuşma usul ve adabı...
“Karıncayı” bile deme!
“Bile” den incinir Karınca.”
Öyle bir şey icat ettiler ki!
Üstüne bir ÇİP yerleştirilen sıkıştırılmış yoğunlukta kâğıt parçasına,
Kudreti, azameti, şefkat ve merhameti sonsuz ve sınırsız YÜCE YARATICININ “Eşref-i Mahlukat” olarak yarattığı insanlığı eşitlediler.
Heyhat...
Öyle bir zaman ki:
Kredibiliten ne kadar?
Kaç paralık adamsın?
Puanla, parayla, limitle ölçülüyor İNSAN...