Ülkemizin ileri gelen, etkin ve yetkin siyasileri Filistin, Lübnan ve İran'dan sonra asıl hedefin Türkiye olduğunu ifade etmektedir.
Eskilerin tabiriyle buna "malumun ilamı" denilmez mi?
Sorumlu ve mesuliyet sahibi siyasi büyüklerimizin feraset, yüksek öngörü ve dikkat çekici uyarılarına hayranlık duyduğumuz kadar şaşkınız da...
Zira; "Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan bellidir" demiş atalarımız.
Oysa "BOP Projesi" ortaya atıldığından bu yana Türkiye’mizin hedef alındığı alenen belli değil miydi?
Nitekim, ‘Arap Baharı’ neyin ifadesiydi ki? Suriye'de iç karışıklıklara zemin hazırlaması için İŞID, El-Kaide vb. örgütleri tezgahlayanlar kimlerdi?
Bahusus; Suriye'nin boşaltılması, Mısır'da darbe yapılması, Ortadoğu’dan kaçış, göç dalgası ve güzergâh planı kimin üzerine kurgulanmıştı?
40-45 yıldır mücadele edildiği halde PKK'nın bitirilememiş olması neyin işareti idi?
Kuzey Irak ve peşmerge...
Kürt açılımı- Barış ve kardeşlik...
Seyyar Mahkemeler...
Dolmabahçe- Oslo görüşmeleri...
İmralı diyalogları...
Öyle bir geçer zaman ki...
Ve nihayet bugün "Büyük İsrail Haritası, Vadedilmiş Topraklar" malihulyasından bahsederek "sıradaki hedef Türkiye'dir" uyarısında bulunanların feraset, belagat ve hamaset dolu sözleri karşısında şaşırmamak, buz kesmemek ne mümkün?
Atasözlerimizde bunun karşılığı "Yumurta kapıya gelince folluk aramak" tabiriyle ifade edilmez mi?
Oysa biz Irak Tezkeresi gündeme getirildiği,
"BOP Eş Başkanlığı’ndan" söz edildiğinden beri Türkiye’nin hedefe konulduğunu zaten bilmiyor muyduk?
İktisadi, sosyal, ekonomik ve siyasi sıkıntılar söz konusu olduğunda dillere pelesenk edilen "Dış Güçler" bahanesinden başından beri usanıp sıkılmadık mı?
Bizim inancımıza göre, "Dış Güçler" tarihin her döneminde vardı ve ülkemizi yönetme yetkisi olanların asıl görevleri de zaten, Türkiye'mizin potansiyel gücüne güç katmak, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda güçlü bir Türkiye'yi tesis etmek olmalıydı...
Türkiye'yi yönetme iddiası olan her bir siyasi yapının asli ve esas amacı dizayn edilebilir bir Türkiye değil, dünyaya yön veren, kalkınmış ve güçlenmiş, müreffeh bir Türkiye ideolojisi olması gerekmiyor muydu?
Demokrasinin temel unsuru olduğuna inandığımız Siyasi Partilerimizin tüzük ve programları bu amaç ve içerikte hazırlanıp seçmen karşısına çıkmamışlar mıydı?
Ortadoğu da yaşanan her türlü hareketlilik elbette Türkiye'yi bağlar. Gelinen noktada Türkiye ve Türk milletine korku ve tedirginlik pompalayarak siyasi çıkarım, siyasi ikbal ve iktidar sağlamaya çalışmak, Türk Milletine yapılabilecek büyük haksızlık ve açık bir kötülük olmaz mı?
"Yurtta Sulh Cihanda Sulh" desturuyla dünya barışına hizmet ve aracı olan Türkiye ve Türk Milleti, her halükârda mazlum ve mağdur milletlerin yanında ve yöresinde olsa da; bağımsızlık ve hürriyetine göz diken tehditler karşısında gözünü kırpmadan, var gücüyle ve yekvücut "Müdafa-i Vatan" azim ve kararlılığından kimse şüphe edemez.
Böylesi yüksek ruh ve şuura sahip Türk Milletine bir avuç İsrail'in tek başına kafa tutması, sonuçları bakımından dünyanın dengelerini değiştirecek, böylesi bir saldırıya kalkışması Emperyalizmin ifşası anlamına gelecektir ki, şu konjonktürde Amerika ve İngiltere başta olmak üzere Batı dünyasının bu riski göze alamayacağına inanıyorum.
Söz konusu vatan olduğunda Türk Milletimizin bütün teferruatları geride bırakacağını bilmeyecek, Türk'ü ve Türk Milletini tanımamış bedbahtların hâlâ kalmış olabileceği kimin aklına gelebilir ki?
Şu gerçeği göz ardı etmemek gerekir ki, "Savaşların kazanan tarafı yoktur."
Dünya kazansın, insanlık kazansın isteniyor ise tek ve gerçek adres Barıştır.
Yeter ki, icraatla yükümlü olanlar mesuliyetlerinin gereğini; konuşup, tartışmak isteyenler yapıcı ve yardımcı önerilerini yerine getirebilsinler...
Elbette ve kesinlikle...
"Şapkasını önüne koyup düşünmesi gerekenler" bolca düşünebilmeli;
Sükût edilecek konumda olanlar da lüzumuna binaen susmasını bilmelidirler.
Devletin ve Milletin selameti adına sükût, boş kelam etmekten yeğdir...
tebrik ederim. aynı fikirdeyim