Efendim...
"Yargıtay AYM'yi tanımamış, AYM'ye karşı çıkmış, AYM'nin kurumsal yapısı içerisinde görev yapan üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmuş..." Bu ve benzeri ifadelerle "Yargıda Kalkışma" olduğuna dair endişe ve çekinceler konuşuluyor basın, yayın organlarında ve Sosyal Medya’da...
Sürpriz mi?
Zira, "Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli" değil mi?
"Kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, anayasa ve yasaların herkesin, her bireyin, her kurumun üstünde olduğu" gerçeğinden uzaklaşıldığı yönünde gözlemler yıllardır konuşulmuyor muydu?
"Bir kere delmekle Anayasa'ya bir şey olmaz" diyerek, devlet nizamı ve kurumlarıyla alay edildiğine yıllar önceden tanık olmadık mı?
Şimdi bir kere delinmekle kaldı mı? Keşke kalabilseydi... Maalesef çorap söküğüne döndü!
Anayasa ihlalleri!
Yasa tanımamazlık!
Kurum kararlarını tenkit!
İşine geldiğinde yasa ve Anayasa,
İşine gelmediğinde ne Anayasa ne yasa ne de yargı...
Kurumlar, kararlar ve yaptırımlar yok hükmünde; işlevsiz, etkisiz ve sadece kâğıt üstünde, dosya da bırakılmadı mı?
Atananlar, atayanlara karşı gelebilirler mi?
Maaşlarının miktarından tutunuz da bordroların altına imza konulmasına; tayin, terfi, mücazat veya mükafatlandırılmasına karar verenlere direnebilecek kaç babayiğit kaldı?
Okul, Camii, Kışla...
Eğitimden sağlığa, ulaşımdan alt yapıya "Sosyal Devlet" ilkesi gereğince tarafsız ve objektif hizmet vermesi gereken kurumlara siyasetin sirayet ettiğine, Diyanet kurumu ve camiası başta olmak üzere objektif kalması gereken kurumların, adeta siyasetin taşeronluğunu yürüttüğüne dair izlenimleri 85 milyon izleyip görmedi mi?
"Tekke ve zaviyelerin kapatılması ilkesine- MGK tavsiye kararlarına" rağmen FETÖ ve benzeri yapılara alan açılırken sesiz kalmadık mı?
Din, iman, mukaddesatımız üzerinde tepinilirken; siyasete meze, istismar alanı oluşturulurken sesimiz, soluğumuz çıktı mı?
Cuma, kandil ve bayram mesajlarımızla biz vatandaşlar çapımız ve müktesebatımız dahilinde aynı vebale ortak değil miyiz?
Başında kavuk, sırtında cüppe, sokakta gördüğümüz her sakallı kimsenin ardına "zat-ı mübarek" deyip takılıp sempati duymadık mı?
Uyduruktan "Ergenekon Dosyaları" ile TSK'ya operasyon çekilmesini, Kozmik Odaya girilmesini, Genel Kurmay Başkanı’nın tutuklanmasını "Bağırsak Temizliği" iyimserliğiyle karşılayıp alkışlamadık mı?
Sürecin sonunda ve nihayetinde "15 Temmuz karanlık darbe kalkışmasıyla" Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin itibarını kurtarmak zorunda kalmadık mı?
"Ne istediniz de vermedik, meğer yanılmışız, aldatıldık, kandırıldık, milletimizin affına sığınıyoruz" pişmanlığı yaşayanları affedip, geçmişe sünger çekmedik mi?
"Yaparsanız siz yaparsınız, düşürüldüğümüz bataklıktan yine siz çıkarabilirsiniz ancak" diyerek kaderimize rıza göstermedik mi?
Şimdilerde de tutmuş "vay efendim Yargıtay, AYM'yi tanımıyor, operasyon çekiyor, AYM heyetine suç duyurusunda bulunuyor" vaveylası koparıyoruz.
Efendim neymiş?
“Yargı, hukuk ve adaletin üzerine gölge düşmüş, düşüyormuş...”
Sormazlar mı adama!
Aklınız, gözleriniz neredeydi?
"Geçti Bor'un pazarı sür eşeği Niğde'ye" demezler mi?
Ankara'dan İstanbul’a “ADALET" pankartıyla yürüyen Bay Kemal hiç seçim kazanabildi mi?
Acaba diyorum...
Yargıtay ile AYM arasında yaşanan bu kriz, birçok kesim tarafından “Yargı’nın Yargı’ya karşı başkaldırısı" olarak nitelenen bu çekişme, “milletin çeşitliliğini ve zenginliğini yansıtan yeni bir Anayasa" arayışında girişilen yolun kaldırım taşları olmasın!
Sayın Mehmet Beyin yazısı kısa geçmiş tarihin özeti olmuş. Kısa değerlendirmesinde geçmişte yapılanların neden sonuç ilişkilerini bilimsel yaklaşımlarla sosyoloji açısından çok güzel değerlendirmiş. Tebrik eder, başarılar dilerim.