Anayasasında tariflendiği biçimiyle; "Laik- Demokratik- Sosyal- Hukuk Devleti" Türkiye'mizden manzaralar...
Bir tarafta 20-25 yıl prim ödedikten sonra emekli olup, 7.500 bin lira maaşla ailesini geçindirmek durumunda olan milyonlar, diğer tarafta "Özel Fonlara" çuval içinde 7/5 milyon dolarlarını teslim ettiği halde "Mağdurum- Dolandırıldım" vaveylası koparanlar...
Memleketimin bir başka köşesinde fenomen karakterlerin, saçlarına dolardan bukle yaparak milyonların gözü önünde "enerji" mottosuyla fuhşiyatı- haramı reklamlaştırmasına göz yumuluyor.
Gazi Paşamızın "Köylü milletin efendisidir, kalkınma köyden başlatılmalıdır" beyanıyla teşvik ve tembihte bulunmuş olmasına rağmen;
- Tarım Ülkesi(!) Türkiye'miz de çiftçinin ürettiği şeker pancarı, domates, fındık vb. ürünler kota sebebiyle tarlada...
- Küçük esnafımız dükkân ve ev kirasını ödeyemediği için kepenk kapatmak zorunda...
- Kullandığı kredilerin taksitlerini, kredi kartlarının ekstrelerini ödeyemediği için milyonlarca insanın dosyası İcra Dairelerince takipte...
- KYK yurtlarında üniversite okumaya çalışan öğrencilerin, yurt ücretlerini ödeyemedikleri için (yurttan atılma) ihtar ve ikazıyla karşı karşıya...
- Evlilik aşamasına gelip aile kurmaya niyetlenen gençler, eşyalarını dizip ev kiralayabilmek için "Evlilik Kredisi" talebiyle bankalara mecbur ediliyor...
Bir başka mecrada ise çok başka şeyler...
Mesela...
Devlet Bankasından kullandırılan kredinin üstüne yatıp, servetine servet katanlar...
Yurt içinde Devletin sırtından kazandığı paralarla Londra'da mahalle satın alanlar...
Muz kolilerinde kamufle ettikleri zehir, uyuşturucu yüklü gemiler limanlara serbestçe yanaşabiliyor.
Narkotik ekipleri sokak, mahalle, okul önlerinde torbacılık yapanları kovalamakla, tutuklamakla meşgul.
Ne gariptir, bu ne garabettir ki; Ana Muhalefet lideri Ankara'dan İstanbul'a yürüyerek otobanda “ADALET“ aramakla övünüyor.
Bir başka muhalefet partisi kendi kendine "Seçim Döneminde Parti içinde dönen paraları, para karşılığı liste yarışlarını" konuşarak birbirini suçluyor.
Tüm bu olup bitenler 85 milyonun gözünün içine baka baka konuşulup, tartışılıyor.
Peki ama olup biteni yazıp çizen, yalın bir dille anlatmak isteyenlere kaç kişi itibar ediyor?
“Suya, sabuna dokunmayan, güneşe gölge, yağmura süzgeç yayımcılar” iltifat, takdir ve teşekkür toplarken;
Görüp, yaşadıklarının hayreti içerisinde endişelerini dile getiren gazeteci, muhabir ve yayıncılar ise ya susuyor, susturuluyor ya da satın alınıyor. Ya da kovuşturma, soruşturma ve tutuklanma korkusuyla köşelerine mahkûm ediliyorlar.
Mahalle, köy kahvelerinde “Ne olacak bu memleketin hali?” sorusuna cevap aranırken, bir de bakmışınız "Demokrasinin gereği, seçim hattı mahalline" girilmiş, sandık gelivermiş 85 milyonun önüne...
Sonucu söylemeye, olmuş bitmişi tekrar konuşmaya var mı gerek?
Karpuz misali 1/2 ye bölünmüş millet...
Bir taraf "Ezan dinmez, bayrak inmez; yerli ve milli" mottosuyla prim topluyor, diğer taraf "Kemalizm, Sosyalizm, Atatürk, Demokrasi, Cumhuriyet" söylemleriyle iktidarın konsolide ettiği kesimin daha çok tahrik olmasına aracılık ediyor.
Heyhat!
"Ne günlere kaldık ey gazi hünkâr..."
"Yok aslında birbirinden farkımız, hepimiz Osmanlı Bankasıyız."
Bana öyle geliyor ki; 90'lı yıllarda İtalya'da yaşananları (Temiz Eller) 2023 bitmek üzereyken biz hala konuşmakla debeleniyoruz...
Gerçek olan şudur ki; temiz siyaset ancak temiz toplumla mümkündür.